Nöbetlerdeyim…

Aslında ben doğuştan böyle değilim, sonradan oldum. Özellikle de son otuz yılımın şimdiki ben olmamda rolü çok büyük, hakkını yememeliyim. Son otuz yıl… İşimi kapsayan bölüm, yaşadığım onca yılda. Bu işe girerken böyle olacağımı bilemezdim tabii ki.

Yaşım 21, herkes gibi kendi doğal ortamında yaşayan insanlardan biriyim o zamanlar, normale yakın, hatta normal bile diyebiliriz; yani pek öyle kimseyle ters düşmüyorum. Yaşamın bir noktasında doğal dediğim o ortam bir şekilde yırtıldı. İşe başladığımda iş arkadaşlarımın zeki olduğunu hemen fark ettim, çünkü ben de fena sayılmazdım. Çabuk sorun çözen, pratik insanlardı. Ama bir şey vardı, tarif edilmesi zor, içlerinde olmamı engelleyen. Tüm iyi niyetim, gözlemim, cinliğim, zekamla işe gelir, zorlardım sohbetlere dahil olmayı, yine de bir türlü onlardan olamazdım. Böyle başladı dünyanın en stresli mesleği sayılan hava trafik kontrolörlüğü günlerim ve nöbetli çalışma sistemi. Çok farklı bu nöbetli çalışmak! Bizler 7-24 adıyla ifade edilen iş yerlerinde, tıpkı ATM’ler gibi, çalışmayı kesintiye uğratmaksızın, işi birbirine devrederek çalışan, normalden oldukça uzak insanlarız! Bu işe başvururken hiç aklıma gelmezdi; yavaş yavaş ama emin adımlarla, “ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın” şarkısındaki, çember dışı insanlardan olacağım. Çember dışı derken, bazı olaylara bakarken ve yorumlarkenki çember dışılıktan bahsediyorum. Yani, meslek dışı insanlarla hafiften uyumsuzluk; trajik ya da komik gelen şeylerin değişmesi. Yavaş yavaş oldu gerçekten. Tam da şarkıda dediği gibi; bir süre kendim içinde, kafam “kontrolör çemberinin” dışında gezdim. Çünkü bu dahil olduğum insan topluluğu, nöbetli çalışması ve çalıştığı süre boyunca hep problem çözmesi nedeniyle, bir çok normal insandan farklı yaşıyordu hayatlarını, özellikle de hayatın bazı saatlerini.

Nöbetsiz çalışanlara ‘normalciler’ deriz biz. Zaman zaman havaalanında çalışanlarla karşılaşırız; bize biraz garip bakıp, eğer bir iki konuşma fırsatı yakalanabilirse “çok değişik olduğumuzu” söylerler. Örneğin; olur olmaz saatlerde kara gözlüklerle dolaşıyor olmamızı hava sanırlar. Bilmezler ki gözler batar, ayaklar şişer, daha neler neler… Bize sakın ışık tutmayın nöbet çıkışı, sarımsak görmüş vampir gibi oluruz. Garip biz miyiz, yoksa o kadar saat karanlık ortamda bizim radar ekranı dediğimiz “display”lere bakmak mı garip? Çemberin dışı, içinden çok farklı. “Garibiz leyynnn!” diye gezmek yerine biz de, bizden olmayan herkese bir garip bakarız “ne diyorlar, nece konuşuyorlar” çözmeye çalışırız. Herkesin normali kendine tabii ki.

Aslında dil akıldan geçeni gösterir ve ne kadar engellenmeye çalışsa da hep gerçeği söyler; onlar normalci, biz anormalci ya da nöbetli… Nöbetli çalışmak zormuş, kolay değil biyoritme aykırı çalışmak. Tam bir ‘ne oldum sendromu’ yaşanır; vücudu olması gereken saatinden farklı bir saate uydururken, sonra da tam tersini yapmaya çalışırken. Artık bir kere nöbete girdiysen ne çıkabilirsin rahatça, ne de devam edebilirsin. İkisinin de artıları ve eksileri vardır, ama yakalanırsın bir şekilde nöbetli çalışmanın dayanılmaz cazibesine. Tutar bırakmaz sizi , gönüllü hale gelirsiniz bu bir çeşit mahkumiyete, tüm sağlıksızlığına rağmen. Sağlıksızlık psikolojide başlar ve tüm vücuda yayılır, mideyi süper geçer, en son da bağırsaklarda düğümlenir, yüksek tansiyonu, sırt, bel ağrısını, muhtelif fıtıkları filan saymıyorum bile. Biraz abartırsam, hastalıklar Hiroşima türküsü.  Düşünsenize ben sizin yatıp uyuduğunuz ve uykunun sadece geceleri kolayca girilen evrelerinde gezdiğiniz, tatlı tatlı rüyalar gördüğünüz zamanlarda, sırtımı dik, gözümü açık tutmak, aklımı ise hep en üst düzeyde verimli kullanmak çabası içindeyim. Üstelik de, istemsizce sürekli adrenalin ve kortizol salgılayarak. Bu nedenledir, bazı arkadaşlarımızın “bungee jumping” kıvamındaki aksiyonları, bağımlı hale gelmişizdir adrenaline.

10384608_10153004465872249_7658886081390555224_nÜç yıl sonra, bendeki değişikliği ilk ailem fark etti. Çok enerjik, devamlı konuşan halime nazaran onların konuşmalarına dahil olamıyor, konudan konuya farklı bağlantılarla ulaşıyor ve onlar için en anlamsız yerlerde basıyordum kahkahayı. Öyle böyle değildim! Açtığım çoğu konuyu anlamakta zorlanıyorlar, benim gülmem karşısında tebessümle ciddiyet arası gidip gelen yüzleriyle karşımda öylece bakakalıyorlardı, içlerinden “vah vah!” diyen gözlerle. Oysa aynı konuyu iş arkadaşlarıma anlattığımda, bir gülmedir gidiyordu, konuyu geliştirip sündürdükçe gülüyor, güldükçe sündürüyorduk. Girmiştim aralarına, ailem ve diğer insanlardan oluşan çemberden çıkarak(!) Psikolojim farklılaşmıştı. Nasıl anlıyorduk bunu?.. Tepkilerimden!.. Kızsam, bağırsam, ağlasam hemen arkasından gülme kısmına geçebiliyordum. Ailemin doğal olarak çabuk fark ettiği, normal insanlara “nedir bu, deli mi ne?” dedirten kişilik değişimimin en büyük zararı aşk ilişkilerime oldu. Ben meslektaşlarım gibi kendi içimizden insanlarla değil de, yok okuldan bir arkadaşla, yok işte, dışarıdaki gruplarımdan insanlarla çıktım. Çok eğleniyordum aslında bu randevularımda; konular arası uzak akrabalıklar kurarak, karşımdaki bana anlamsız baktıkça kahkahalar atarak… Ama nedense bir süre sonra birlikteliklerim bitiyordu. Neden acaba, hah ha!? Yine mesleğin kazandırdığı egosantrik bakışımla, çok zeki olmamın onlara uymadığını düşünüyordum; taa ki sonunda evlenip, eşimin bendeki farklılığın korkutucu olduğunu itiraf etmesine ve fark ettirmesine kadar.

Belki de bizim normalin çok uzağına düşme nedenimiz, normal bir nöbet sistemiyle değil de, ‘şoklama’ sistemiyle çalışmamızdandır. Çünkü bir gündüz çalışıyoruz; sabahın köründen akşamın körüne, daha gündüz mü gece mi dinlendiğimizi anlamadan ertesi gün geceye geliyoruz; sabah olana kadar pür neşe ve en yüksek performansla devam edip, sonraki iki gün pili bitmiş bebek gibi dolaşıyoruz. Bu sistemle daha en başta şoklanırsınız ve hayat boyu o şokun yarattığı felçle, yani dünyaya farklı pencereden bakma durumuyla devam edersiniz; bu da ortamında olduğunda hep neşeli olmaktır! Belki de çalışma saatlerimiz değil de, stresli bir meslek olması nedeniyle bir çeşit elektriği topraklamadır bu mizahi bakış derken, bir aydınlanma ile öğrendim ki; beynimizin mizah üreten bölgesi ile problem çözen bölgesi aynıymış, aynı bölge aktive oluyormuş meğer. Hani “zeki insanlar esprili olur” deriz ya, işte buymuş! İşin gücün sabah akşam problem çözmek olursa, hep bir sonraki hamleyi düşünmenin ötesinde bir sonraki hamlede ortaya çıkacak sorunu düşünüp onu dahi çözmek olunca… Eh, ne diyeyim ben! Hayata bakışın mizah dozu da yüksek oluyor. Einstein’la karşılaştırmıyorum, haşaaa!

Ancak bizdeki galiba biraz abartılı bir mizahi durum, yerleşti günlük yaşantımıza ve yeni biz olduk; oldukça anormal!

Bir nöbet çıkışı. Uyumamışım, uykum yok, zımba gibiyim. Her zamanki gibi, İzmir-Aliağa treni ile evime dönmekteyim. Arkadaşımla telefonda konuşuyoruz. Son dönemlerde trende, metroda, otobüslerde telefon hırsızlığı olduğunu duymuştum. Telefonumu hep pardösümün cebinde taşırım. İneceğim durağa geldim, sağ elimle çantamı omuzuma astım, kitabımı sol koluma sıkıştırdım ve pardösümün cebini yokladım… O ne? Telefonum yok! Aman Allahım! Telefonu hep buraya koyarım oysa? Diğer cebime de baktım… Yok yok… Ve arkadaşıma, “Arzuuu! Telefonumu çaldırdım” dedim. “Ay Burçak kapat, kapat Allah aşkına!” dedikten sonra o telefonu kapattı, on saniye geçti ve ben ayırdına vardım durumumun.

Yine bundan yıllar önce, Hava Trafik Kontrolörü arkadaşım kokpit uçuşu yapacak. Ha, bizler eğitim gereği, iş birliği yaptığımız pilotların halet-i ruhiyesini anlamak için kokpit uçuşu yaparız; hem gideceğimiz yere gideriz, hem de o esnada kokpit içi havayı soluruz. Arkadaşım İstanbul’da çalışıyor, kokpit uçuşunu yaparak İzmir’e ailesinin yanına gelecek. Aprondan follow-me denen araç ile uçağa giderken, follow-me telsiziyle kuleden İzmir uçağının park yerini öğreniyor. Apron memuru uçak başına bırakıyor arkadaşımızı. Merdivenlerden koşarak çıkıp hosteslere “Merhaba! Benim kokpit uçuşum vardı da?..” diyor; pilotlarla görüşülüp kokpite alınıyor. Çok sıcak bir karşılama, ‘merhabalar, nasılsınlar’ sonrası kaptan motor çalıştırma istiyor, kuleden. Motor çalıştırma iznini alıp hazırlıklar sürerken, sohbete devam ediyorlar.

Pilot:

-Hayırdır, ne amaçla gidiyorsunuz, yılbaşı tatili mi?

Kontrolör arkadaşım:

-Ailem orda, hem kokpit uçuşu, hem ailemi ziyaret.

Pilot:

-Aileniz orada, siz burada mı yaşıyorsunuz?

Kontrolör arkadaşım:

-Evet! İstanbul’da iş bulabildim ancak, onun için ben burada yaşıyorum.

O esnada başka bir uçağın frekanstan kuleyle konuştuğu ve motor çalıştırma izni aldığı duyuluyor.

Pilot:

-Çok ilginç, ancak burada mı iş buldunuz? Ne mezunusunuz?

Kontrolör arkadaşım:

-Ankara Üniversitesinden mezunum, fizik mühendisiyim…

Pilot, yardımcı pilota “pist başına taksi müsaadesi iste” derken dönüp arkadaşıma:

-Yaa, çok ilginç!.. Ankara’da okuyun, İstanbul’da çalışın, aileniz orada yaşasın, siz koskoca Budapeşte’de okumayın, iş bulamayın! Çok ilginç bir hayatınız var…

-Ne Budapeştesi!? Nereden çıkartıyorsunuz Budapeşte’yi? Ben öyle bişey demedim ki! İzmir’e gidiyorum ben.

Kulenin sesi duyulur frekanstan:

-Türk Havayolları 3-6-2, İzmir için taksiye serbestsiniz.

Aynı anda bizim pilot, arkadaşıma:

-Ama hanımefendi, bu Budapeşte uçağı. İzmir Uçağı biraz önce yanımızdaydı…

Konuşmalar oldukça karışık devam ediyor:

-Ne?! Durdurun uçağı! Onu da durdurun, bunu da! Ben İzmir’e gideceğim.

-Kule, efendim burada kontrolör arkadaşınız var, yanlış uçakta. Diğer uçağı durdurur musunuz? Biz de olduğumuz yerde bekleme yapacağız. Merdiven aracı talep ediyoruz uçak başına…

– Anlaşılmadı?!… Haa, anladım ben şimdi!.. Türker 3-6-2, hold short!

Taksi yolundaki karmaşa inanılmaz tabii; konuşmaları uzun uzun yazmayayım. Bir uçaktan inip diğer uçağa koşarak binmek herhalde bir tek bize nasip olur. İkinci bindiği uçakta herkes çok şaşkın, uçağı yolda durdurup binen biri var. O ise, kahkahalarla anlatıyor yanlış uçağa bindiğini…

hava-alani-karikaturu

İşin üzerimizdeki en ilginç etkisi ise; belli bir süre sonra, ne zaman uyursak uyuyalım -ki çok az uyuruz-, uyku mahmurluğu olmadan, yani beyin her yönüyle çalışmayı hiç durdurmamış, rölantiye almamış şekilde uyanmamızdır. Hep çalışan bir beynin de ulaştığı son nokta, devrelerin yanmasından biraz önceki sıcak durumdur; devamlı espri üretmek ve bunlara gülmek de pelte kıvamındaki sonucu. Hani uyku sersemi uyanmıyoruz ya, ama bu demek değildir ki devreler düzgün çalışıyor. Bir kere, nöbet devir saatimiz sabaha karşı 4:00 civarı olduğundan bizim meslektekilerin hep o saatte tuvaleti gelir. Eğer yatmışlarsa, mutlaka beş kala ya da geçe uyanırlar ve tuvalete giderler. En büyük kabusumuzu ise şu an buradan açıklıyorum! Her kontrolör, o uyanmalarda ya da sabah 7:00 civarı kalkmalarda yüzde yüz şu sorularla ‘check list’ini tamamlar:

“Allahım ben neredeyim?”

“Evde mi uyandım, iş yerinde mi?”

“Bugün günlerden ne?”

“Saat kaç?”

“Board saatim mi?”

“İşe gidecek miyim?”.

Bir sabah, nöbetim değilken kalkıp işe gelmekten çok  korkuyorum. Hem de nöbetimken gelememekten daha çok! Bu hepimizin kabusu. Ve bunu yaparak ‘hit’ olmuş bir abimiz mevcutken, ben ona çok gülmüşken… Allahım, beni koru! Şu günlerde bu duruma çok yaklaştığımın farkındayım. O gün günlerden pazar, board’dayım, çalışıyorum. Bizim ekip yavaş yavaş işi devralıyor. O da ne! Bir abimiz nöbeti olmadığı halde o gün kalkmış tıraş olmuş, giyinmiş, hazırlanmış ve işe gelmiş. Hepimiz basıyoruz kahkahayı. O ise hiç gülmüyor. Önce, anladı da anlamamazlığa geliyor diye düşünüyorum, o ciddi yüz ifadesini bozmamasından. Biraz geçtikten sonra ne diyor biliyor musunuz, “Herkesin ekibi mi değişti?” Yaa inanabiliyor musunuz! Kendinden o kadar emin ki, 12 kişilik  ekibin o gün değiştirilmiş olduğunu düşünüyor. Hani Temel yolda anons duyar, E5 kara yolunda ters giden bir araç olduğu konusunda ve der ki ”Kaç bi tane, kaç bi tane!”. Durum aynı, sadece isim Temel değil. Biz gülüp, kendisine nöbet gününün yarın olduğunu söyleyince farkına vardı ve şöyle ifade etti, “Sakallarımın daha uzamamış olduğundan kıllanmıştım”. Dört günde bir gündüz nöbetine geldiğimizden, sakal tıraşına dört günde bir alışkın sevgili şaşkın abimiz. Umarım ileride bana bu sevimli terimi kullanmazlar; “sevgili şaşkın ablamız”.

Gelin, bilinen en büyük defomuzdan bahsedelim biraz da! Biz kontrolörler -de her meslek grubu gibi-, bir araya geldiğimizde 3. dakikadan sonra “trafik atarız”. Evet biz, uçakları yerde ve havada birbirlerine çarpmadan yönetebilmeye, iniş ve uçuş sırasına sokmaya, emniyetli ve hızlı idare etmeye “trafik atmak” deriz. En az iki kontrolör biraraya gelelim yeter, yanımızda kim var kim yok bakmadan trafik üzerine konuşa konuşa dünyadan uzaklaşır, kendi bilincimizin evreninde dolaşırız. Yıl 2003, Ankara’da eğitim için görevdeyiz bir kaç arkadaş. İşe yeni başlayacak kursiyerlerimize ders veriyoruz. Aslında çok güldüğüm ama garip bir şekilde gurur da duyduğum bir anı bu… air-traffic-controllersSimülatörde gerçek olmayan trafik atıyoruz. Amaç; öğrencilerin teorik derslerde öğrendiklerini, yaparak uygulayabilmelerini sağlamak. Ben bir grup arkadaşlayım, bir başka odada pilot olarak senaryoya katılıyoruz o gün. Ana merkezde de kontrolör olan öğrenci, gerçek trafik yönetiyormuş gibi trafik atıyor, ter içinde. Yanında onu asiste eden bir başka öğrenci ile ondan çalışmayı devralacak diğer öğrenci var. Diğer eğitimci olarak, bir meslektaşım ise kontrolör adaylarının başında. Çalışma sırasında, aday kontrolörün konuşmalarını dinliyorum ve ‘headset’imde, eğitimci arkadaşımın arka plandan gelen suflelerini de duyuyorum, bas bariton sesi ve düzgün ingilizce diksiyonuyla. Birinci senaryo sonrası ara verdiğimizde arkadaşımın yanına gidip, “Çok iyi niyetlisin ama bırakalım öğrenci kendi atsın trafiği, sonunda kayıtları göstererek yanlışları üzerinde konuşuruz. Sen söyledikçe öyle yapmaya alışacak, al başına dert, yalnız oturamayacak sonra çalışmaya” diyorum. “Aa, evet doğru söylüyorsun ama trafiği görünce ayıramazsa diye endişe ediyorum!” dediğinde ise gülüyorum. Ara bitiyor, pilotların bölümüne doğru yürüyorum. Bu sefer daha karışık ve eğer önemli bir iki hareket zamanında yapılamazsa, yakın geçmelere neden olabilecek bir senaryoyu başlatıyoruz. Senaryo ilerlemiş, trafik hızlanmış durumda, pilotların frekansa girişini kesintisiz sağlamaya çalışıyorum ki, kontrolör pozisyonunda oturup senaryo gereği trafik atan öğrenci öncelik vereceği hareketleri çabuk düşünüp karar versin ve reaksiyonunu göstersin. Hızlı bir şekilde girdik, en karmaşık kurgulanmış kısma. Ben, “Ali gir sen, rapor noktasını geçiyorsun, Ahmet dönüş istiyorum son baş de, Süleyman sen meteoroloji bilgisi iste, beklemeyin birbirinizi, boş bırakmayın frekansı, haydi hızlı…” diye komutları arka arkaya sıralayarak olayı hızlandırırken… O da ne!? Eğitimci meslektaşım -biraz önce öğrenciye sufle vermemek konusunda anlaştığımız hani-, almış mikrofunu, trafiği atıyor. Evet evet! Öğrencinin elinden almış mikrofonu, öğrenciyi de hafif arkaya itmiş, trafiği atıyor. Bıraktım her şeyi, koştum kontrol odasına, “N’apıyorsun?!” diye sordum hayretle. Elinden mikrofunu alınan öğrencinin yarı ağlamaklı şaşkın bakışı, diğerlerinin “n’apmalıyız” kaygısı arasında arkadaşımın kendinden emin yüzünü gördüm. “N’apayım! Ya atamazsa trafiği diye aldım, bıraksaydım da uçaklar çarpışsa mıydı?” dedi. Hele bir de konu trafik olursa, tutamayız kendimizi, bırakamayız trafiği hiç kimselere, hatta ne o bana ne ben ona… Hele hele, öğrenciye hiç!  Bizde gerçekle sanal, sanalla gerçek karışır her konuda; belki de çalışırken kule kontrolörü hariç, gerçek uçakları pek görmediğimizden ve gerçek ekranda gördüğümüz kare şeklindeki uçak sembolleri, simülatörde gördüklerimizden farklı olmadığından. -Bu yüzden hukuksal olarak şahitliğimizin kabul edilmediği söylenir.-  Bu arada yeri gelmişken, kare size neyi ifade eder?..  Bize, uçağı…

Çok yaşa sen arkadaşım, hala gülüyoruz hatırladıkça!

İki genç balık bir arada yüzerken karşıdan yaşlı bir balık yaklaşır, selam vererek genç balıklara sorar:

-Günaydın çocuklar, su nasıl?

Genç balıklar yüzmeye devam eder, bir süre sonra biri sessizliği bozar:

-Su da neyin nesi?

Biz bazen kendi işimizle o kadar yoğun oluruz ki, zihnimizin oluşturduğu suyun ne olduğunu fark etmeden yaşar, onun dilini oluşturup konuşuruz. Kontrolörlük hayatının metodolojisi normal hayattan çok farklıdır.

Görünürde et olan beynimizin yaratıcılığına sağlık!

Nöbetlerdeyim…” için 38 yorum

  1. Sevgili Burçak Hanım ,Okuduğum yazılarınız içinde en beğendiğim bu oldu. Neden bilmiyorum? 10 defa beğen yapasım geldiği için özür dileyerek bu yorumu yapıyorum.

    Liked by 1 kişi

  2. Burçak yazıyı okuyup gözümden yaş getirerek güldürdün ya,Allah’ta seni güldürsün diyorum.Gülmeye nasıl ihtiyacım vardı.Hele hele böylesine içten ve durmaksızın…Mesleğine dair biriktidiğin böylesine anılar ve okurken canlandırma yeteneğindeki başarı..Burçak sana çok teşekkür ederim,bana yaşattığın şu dakikalar için ama bu gülme durumu devam edecek gibi çünkü hala yorum yaparken bile yüzümdeki tebessüm kaybolmadı.😂😂😂😂👏👏👏👏

    Liked by 1 kişi

    1. Çok da zormuş kendi aramızdakileri herkese anlatmak. Zaten facebook yorumları aslında anlatmak istediğimi canlı canlı anlattı. Ben yazarken, o yüzleri bildiğimden hala gülüyorum. Çok öpüyorum seni, güzel takipçim (Arkadaşım, dostum, kardeşim, ailem)

      Beğen

  3. canım.. çok güzel olmuş .. eline saglık …
    deli degiliz bi kere .. o yanlış bi tanı .. onlar deli .. 😂😂 ..
    devletin psikologları da yetersiz kalıyo bence bize .. enson yapılan kontrolde doktor hanım , uzaklara dogru dalıp gitti ben odadan çıkarken ..
    nasıl mutlu olabiliyoruz ? anlamıyolar .. bu kadar stress gerilim olumsuzlukların içinde …
    galiba yaptıgımız işi seviyoruz.. hatta belki bir tek onu mu seviyoruz acaba 🤔 ..
    neden komedi ??
    meslek hastalığı .. 😂😂
    ben mesleğimi ” meslek hastalıkları ” ndan dolayı daha çok seviyorum .. daha var bir sürü rahatsızlığımız ama o kadar açıklamayalım istersen 😱😘
    ben özel röportaj hakkımı kullanmak istiyorum 🙋 ..
    burda bitmez 😍😍
    sevgiyle …

    Liked by 1 kişi

    1. Fundacım ya senden mesaj olduğu bildirimi bile gülmemi sağlıyor. Hayata bakışımız aynı ama ben senin kadar çılgın değilim, senin kadar değilim di mi? Ya tüp bebek röportajımız… Ben bunları not alayım en iyisi iyi bi kitap çıkar. Mutluluğumuza üzülmemeliyiz, meslek defosu… Tabi bizde koca yırtık oldu o defo.Çok teşekkürler… Yalnız birden o psikolog için üzüldüm.

      Beğen

  4. Çok eğlenerek okuduğumu bilmenizi isterim.Anılarınızı,güzel üslubunuzla fazlasıyla okunası hale getirmişsiniz.Kaleminize sağlık Burçak hanım

    Liked by 1 kişi

    1. Ah Onur ah!
      Bir de içimizde olsan “az yazılmış, olmamış” daha eğlenceli bir hayatları var dersin. Çok üzüldüğüm bir gün ağlıyordum çalışırken, yan taraftaki arkadaşlar beni o moddan alıp hoop gülme moduna geçirdiler beş dakikanın içinde. Ancak şunu söylemeliyim; bu yazıyı yazarken bir kaç bilimsel makale okudum, duygu yönetiminin elimizde olduğunu, üzüntü ve acı çekenlerin bu konuda bilgisiz kişiler olduğunu anlatıyordu. Çok ilginç! Bu konuda araştırmaya devam edeceğim; bilmeyenin değil bilenin mutlu olduğu gerçek dünya için.

      Liked by 1 kişi

  5. Elinize sağlık,keyifle okudum birkaç kere 🙂
    Ben de size bir sanal atc olarak bir anımı anlatayım. Sanal atc ne demek derseniz, on-line sanal uçuş yapan pilotlara atc hizmeti veriyorum uzun süredir.
    Bizde , sizdeki gibi upper , lower – west ,east sektör ayrımı yok, approach olarak 240 altındaki tüm trafiklere tek sektör olarak hizmet veriyoruz.
    Bir etkinlik sırasında LTBA batıdan gelen trafik yoğun, doğudan gelen trafiklere bekleme veriyorum. henüz rnav devrede değil, eski yaklaşma usulleri STAR ‘lar ve çoğunlukla vector kullanılıyor.
    Trafiğin birine Hold over YAA verdim. Batı trafiği rahatlayınca SADIK üzeri 36 ILS’e alacağım kendilerini.
    Biraz sonra fark ettim ki tayyare ekranda sabit duruyor ve ground speed ZERO okunuyor tag’de..
    Çağrı attım bir sorun mu var diye.
    Genç bir arkadaşımız, ” – hocam hold verdiniz…”
    Mutabık dedim, ama hızınız sıfır , onun için sordum..
    Verdiği yanıt ile frekansta gülme krizi ;
    “- Mutabık hocam, bekliyorum , PAUSE’a bastım “

    Liked by 1 kişi

    1. Hay Allahım ya inanılmaz, inanılmaz gerçekten pause’a mı basmış? Siz de basıp kalkıp bir kahve alsaydınız. Hatta bize de yapsınlar bunu… Sanal ATC’den zevk alıyorsanız hemen hemen anlıyorsunuzdur bizi. Biz bir de gerçekten içinde yüzlerce insan taşıyan uçakları birbirinden ayırıyoruz. Bir yazımda da ciddi olaylarımızı yazmak istiyorum. Ancak çoğu insan uçmaktan korkarken dikkatli bir anlatım lazım.
      Zaman ayırıp ailemize katıldığınız için teşekkürler. Kazasız belasız çalışmalar…

      Beğen

  6. Eminim ki dediginiz gibidir.Bazı şeyleri anlatmak için kelimeler gercekten kifayetsiz kalıyor.Tecrübelerimiz bu durumun en iyi tanıkları zaten.Çizdiğiniz vizyonda başarılı olmanız dileğiyle.Mutlu kalın 🙂

    Liked by 1 kişi

  7. Burçak cığım sanki birlikte bir kafede kahve içip tatlı dilinden heyecanlı ve o anları yaşatan,güldüren bir sohbetin içinde hissettim kendimi.O kadar yakınımdaydın.Zevkle okudum.Bu arada eski hikayenin kahramanlarını merakla bekliyorum.Seni seviyorum, canımsın.

    Liked by 1 kişi

    1. Haydi artık bir kafede otursak bir kahve içip sohbet etsek çocukluk arkadaşım.

      Sana güzel haberi veriyorum o hikayeler birleşip devam ettirilerek kitap olma yolunda ilerliyorrrrrr!!!!
      Nalanım ben de seni seviyorum.

      Beğen

  8. Burçak can ,bana komedi yazmak istediğini söylediğinde sana demiştim ki ,Burçak insanları güldürmek ağlatmaktan daha zordur bunu bilerek yaz istediğin gibi olmasa bile değişiklikler seni geliştirir demiştim ,seni bilmem ama benim istediğim gibi yazı olmuş okurken bolca yazdıklarına güldüm daha önce senin hakkında dediğim şeyler doğruydu neydi o bir tanesi seni besleyen,müthiş gözlemlerin var burada anlattıkların kendimde nöb.çalışan bir insan olduğum için anlatınların hepsi doğru ve zaman zaman benimde yaşadıklarım ,dolayısıyla yeni bir şeyini daha keşfettim yeni bir yetini, gözlemlerini istersen dram istersen komedi olarak anlatabiliyorsun ,buda senin yazım yeteneğinden geliyor yazdıkça içsel bir yolculuğa çıkıyor kendini daha çok keşfediyorsun reklam cümlesi gibi olacak ama içindeki seni serbest bırak bak neler olacak, yazına gelirsek başında kendini bayağı kasmıs sın sebebi acaba yazabilirmiyim endişesi ama sonra kayış kopmuş salıvermişin içindeki gücü ki böylece benim gülmelerim tebessümden kahkaha atmaya geçiverdi birden ,güldürürken düşündürende bir yazı nasıl yıpranıyoruz değil mi, nasıl etkileniyor yaşam tarzımız,ruhsal yapımız bunları gerçekçi bir şekilde ortaya dökmüş sün. Burçak bir yönünü daha keşfettik istediğini yazabiliyorsun, inanıyorum ki bu yukarıda yazdıklarını değiştirmeden desemki dram olarak yaz ,bizi hüngür ,hüngür ağlatırsın sihirli cümle şu içindeki Burçağı keşfettin artık ve artık serbest bırak onu ,iyice dışarı çıksın kısıtlama onu,yüreğine ,ruhuna ,beynine sağlık …….

    Liked by 1 kişi

    1. Erhan,
      Sen, arkada beni devamlı destekleyenlerim, takipçilerim, okuyanlarım hep arkadaşlarımsınız. Çok teşekkür ediyorum. Yavaş yavaş bende bir kendime güven oluşturdunuz. Şimdi kitaba girişiyorum. Roman demeyelim uzun soluklu hikayeme başladım sayenizde. Bu arada bu konuda yani mesleki özellikleri yazarken dışarıdan bakışla anlaşılamayacağımı düşünüp yazıları ham halindeyken Arzuyla okuduk ve kahkahalarla güldük, tamam yazayım dedim. Ama dili didaktikten öyküye, birinci tekilden üçüncü tekile, dramdan mizaha çevirmek çok zormuş. Ziynet ve senin önerilerinle ancak bu kadar yapabildim. Yazdıkça açılacağımı biliyorum. Bu denemelerin hepsini, yazacağım uzun soluklu yazılar için yaptım. Bir blogla da tepkileri aldım ki ne yönde ilerleyebilirim öğreneyim; bu iş olur mu, olmaz mı? Olacak gibi…
      Siyasal’daydım. Ali’ye yazmak istiyorum dedim. “Yazmak istiyorum denilmez yazılır” dedi. O akşam ona bu söz hakkında mektup yazdım. İki yıl boyunca Ali’ye okuduğum bir haber, bir resim, bir yer hakkında yazdım. Sanki blog yazıları gibi. İçlerinde de küçük küçük kurgu hikayeler, fıkralar, şiirler yazıp deneme yapıyordum. Tek nüshaydı yazdıklarım. Yazmalarım kesildikten 10 yıl sonra bana mektuplarımın fotokopilerini gönderdi. Ben o günden bu yana küçük notlar alırdım, bir gün yazacağım roman için. Şu an o notlar ulaşılmaz bir yerde. Üzülürdüm notlarım elimde değil diye. Halbuki o notlar birikimim olmuş, felsefem olmuş şimdi anlayabiliyorum.
      Senin de çabalarına sağlık…
      Teşekkürler.

      Beğen

  9. Burçak,bloq a başladığından beri yazılarını okuyup kritik yapıyorum dolayısıyla belki bu bloq da senin nereden nereye geldiğini en iyi bilenlerden biriyim burada sana değerli ,faydalı yorumlar yapmak için bile farklı, tarzım dışında kitaplar okumaya bile başladım aslında sayende kendimi de farklı açılardan geliştirmiş oldum çorbada tuzum olduysa ne mutlu bana ama sen bunu yazılarınla zaten hakkediyorsun bıkmadan usanmadan devam sevgili dostum ,öğretmenim banada sayfanda yazıların hakkında içimdekileri yazma fırsatı verdiğin için teşekkür ederim ,edebiyat mutluluktur…..

    Liked by 1 kişi

  10. Canım ya sen nasıl birşeysin?! Önüme konmuş karamelli bir dilim pasta yer gibi öylesine keyifle okudum yazını… (ama şu var ki seni özlediğimi farkettim.) Kalemine ve yüreğine sağlık canım arkadaşım. Sevgiyle.. 🤗😘

    Liked by 1 kişi

    1. Ben de Nergizim ben de özledim seni,
      Çok teşekkürler canım. Hep destekliyorsun beni, her konuda her platformda. Çekindiğim bir yazıydı, meslek dışı okumalar için ama senin de mesleğinin bizimkinden farkı yok, hem de nöbetli. Aslında yazılsa her meslekte, her alanda neler neler oluyor. Başka pencerelerden bakmak gerek…

      Beğen

  11. Burçak hanımefendi,sizden bu hafta çizginizin dışında farklı tarzda yani komedi yazınızı okumaya başlayıncaya kadar anlamamıştım taki espriler arka arkaya patlamaya başlayınca iyice emim oldum sanırım 30 yıl gibi uzun bir süre içinde mesleğinizde biriktirdiğiniz hoş komik anılar her ne kadar mesleğinizin dışında sizi takip eden biride olsam yazdıklarınız okunduğunda herkesi tebessüm ettirecek evrensel komik olaylar ve siz bu komik olayları gayet başarılı karikatürüze tarzda yazınıza dökmüşsünüz zaman zaman sanki gırgırdan veya fırt dan(benim dönem dergileri) bir sayıyı okumuş gibi hissettim yani hammaddeyi işleyip herkesin kullanabileceği tarzda sunmuşsunuz sizi tebrik etmek lazım ,sanırım daha doludur sizde esprili komik olaylar, bunları da duymak isteriz. Burçak hanımefendi size iş yaşamızında başarılı ve komik anıları bolca yaşayabileceğiniz günler diliyorum….

    Liked by 1 kişi

    1. Merhaba Muzaffer bey,
      Evet anılarım o kadar çok ki. Biraz da hafızam iyi, üstüne de abartma sanatı yaparak bir şeyler yazabildiğimi dün gece oturup denediğim yeni bir mizahi yazımda gördüm. Ama bunların hepsi daha deneme. Mizah en zoruymuş inanamadım. Ağlarsınız ağladığınız olayı yazdınız mı karşınızdaki de ağlar ama gülüp de güldüğünüz konuyu yazdığınızda tüm birikimi, bakışı aktarmanız lazım ki anlaşılabilsin. Daha kaç fırın ekmek kaldı acaba yemem için. Çok teşekkürler…

      Beğen

  12. Burçak Hanım selamlar,
    Keyifle, bir solukta okuduğum güzel bir yazı. Düşündükçe daha ne komik anılar vardır kim bilir diyorum 🙂 Hava trafik kontrolörlüğü gerçekten güzel, hakkıyla yapıldığı takdirde saygıyı da hak eden bir meslek. Genel kanının aksine mesleğin ben de çok az derecede stres yarattığını düşünüyorum. Meslek hastalıklarına bir de boyun düzleşmesini eklemek istiyorum bu arada. Tavsiye olarak belirtmek isterim ki yıllardır sabit iki numara olmak beni daha normal hissettiriyor gibi sanki.
    İş hayatına çok farklı bir giriş yapıp yine çok mutlu olacağım işler yapıyor olabilirdim şu anda. Ama iyi ki bu mesleğe girmişim ve meslektaş olmuşuz. Tebrik ederim, sevgiler 🙂

    Liked by 1 kişi

    1. Sevgili Onur,
      Öncelikle daha nice airmiss’siz yıllar dilerim. Stres ilk airmiss’den sonra (yaşadığın ya da şahit olduğun)geliyor, bana da öyle geldi. Meslek hayatımın ilk yıllarında indirdiğim Damascus uçağı motoru yanarak geliyordu, zannedersin ben yanıyordum. Boarddan kalktığımda tırnaklarımı avuç içlerimi kanatana kadar batırdığımı fark ettim. Yaa evet boyun düzleşmesi hepimizde istisnasız var gibi.
      Hep diyorum hobim mesleğim, mesleğim hobim. Şanslıyım, şanslıyız. Uluslararası ilişkiler okudum. Geri dönsek zaman makinasında bana sorsalar; diplomat mı olmak istersin Kontrolör mü? İstinasız “Hava Trafik Kontrolörü” derim.
      Bir başka kazancı da sizlersiniz. Çok teşekkürler.

      Beğen

  13. Nöbetim tuttu okurken 😀
    Ellerine sağlık. Çok keyifli bir yazı okudum her zamanki gibi. Mesleğinize de çok pek çok saygı duydum. Video da saygımı iyice bir pekiştirdi. I will look up next time 😉
    Şu sorun çözme-espri ilişkisi o muymuş? Ben de eski okulumda tuvalete gitmeye vakti olmayan öğretmen arkadaşlarımın koridorda her karşılaşmada iki saniyede anormal zeka göstergesi bir espri yapıp geçmelerine (durmaya vakit yok) hayran kalırdım hep.

    Liked by 1 kişi

    1. Özlemcim blogger dostum,
      Çok fazla makale okudum aslında bu konuyla ilgili. Uzun zamandır kontrolör meslek eğitimcisiyim. Team Resource Managemant konusunda eğitim alırken aklıma takılan bir cümle ile bilgi vermeyi bırakıp kültürü değiştirme çabasına giriştim. Bu konuda sadece okuyup anlama aşamasındayım, çünkü Lüksemburglu hoca “karşınızdaki kontrolörü dürtebilecek bir eğitimci olmalısınız” demişti. Şimdi kafalarının içini anlayayım sonra gireceğim 😀 Diğer konu da gerçekten duygular bilgi ile yönetilebilirmiş, bu da kendime lazım. 50 yıl fazla acı çektirdim kendime.
      Havaalanına geldiğinde bakma, çık gel kuleye ya da karanlık yaklaşma kontrole… Öpüyorum.

      Liked by 1 kişi

  14. Yazınız çok lezzetliydi..Bi anda önümde pasta var sandım..Okudukça bitmesini hiç istemedim..Zengin ve yoksul Sait Faik Abasiyanik geldi aklıma. Teşekkür ederim sevgili Burçak Şenler Sınmaz..Sevgiyle kalın..

    Liked by 1 kişi

      1. Ama çok güzel ifade etmişsiniz. Bi ara dedim ki Sait Faik mi yazıyor acaba? Teşekkür ederim..Sevgiyle kalın. Yorumlarınız çok güzel..Devamını beklemekteyim. Tekrar teşekkürler. İyi geceler..

        Liked by 1 kişi

        1. Sait Faik çocukluk yıllarımın yazarı arkadaşım yazar Tülay hanım şu sıralar onun yazılarını paylaşıyor ben de ondan alıp paylaşıyorum… Şimdi yeniden okuma isteği uyandırdınız bende… İyi geceler, sabah her şey daha güzel olsun…

          Liked by 1 kişi

  15. Sevgili Burçak hanım
    Mesleğiniz gerçekten çok zor bır o kadar da stres yüklü.kolay değil bi dünya insanın hayatından sorumlu olmak onların zarar görmemesi için kendi hayatını,sağlığını ikinci plana atmak.Ama bu sevilmeden yapılacak,sorumluluk alınacak bır meslek değil mutlaka.30 yılda ne anılar biriktirdiniz kimbilir.bu güzel ,akıcı anlatımınızla büyük bir keyifle okudum yazdıklarınızı.ilerde bunların devamını bır kitap olarak beklemek büyük bir keyif olacak.birde bu kadar yoğun çalışma ortamında kolaylıklar diliyorum.Allah yardımcınız olsun,sevgiler

    Liked by 1 kişi

    1. Siz bir tanesiniz Serap hanım,
      Mesleğimizin zorluğunun anlaşılması beni ve meslektaşlarımı çok mutlu ediyor. Emekli olunca yazacağım çok anı birikti haklısınız. İşime aşığım yazmayı seviyorum ikisini birleştireceğim. Sevgilerimle…. Teşekkürler

      Beğen

  16. Selamlar Burçak Hanım,
    Mesleğiniz ile alakalı güzel bir yazı olmuş. Kafamda epeyçe çok birşeyler canlandı hava kontrolörlüğü ile ilgili. Yazının bütününde tek birşey bende negatif etki yaptı. Yazınızda sık sık zeki olmanızdan bahsemeniz. Neden olduğunu bende bilmiyorum. Sevgiyle kalın.

    Liked by 1 kişi

    1. Süpersiniz Fatma Hanım,
      Haklısınız ve aslında demek istediğim tüm insanlar zekidir, önemli olan akla çevirmek kısmını tam açıklamamışım. İşte zeki olup yaptığımız akıl dışı davranışların ironisi içindi o vurgu ama çok olmuş olabilir. Yazının içinde olunca göremiyorum dıştan bakan sizler yol göstereceksiniz bana. Daha dikkatli olacağım. Tekrar etmek istiyorum, yazımın bir yerinde bu kadar “zeka” düşüncesinin egosantrik bakış açısı olduğunu kendimle alay ederek belirtiyorum ki amaç da bu çarpıklığı yaratmak.
      En içten sevgilerimle

      Beğen

Yorum bırakın