Yeni bir kanalımız varrrrr
George Orwell -Burma Günleri Kitabı Benim Sesimden
Sevgili dostlarım,
Bir süre, Türkçe’yi düzgün okuyabilmek amacıyla, Federal Film Akademi İzmir Seslendirme ve Dublaj kurslarına katıldım.
Daha kurslarımı tam olarak bitirmeden, her gün yapmam gereken çene, dil, dudak, ağız çalıştırma egzersizleri için okumalar yapıyordum. Okumalarım sizlere ulaşsın istedim ve bu kanaldan kitap okumaya başladım.
Ancak bu ilk denememde çok hata buldum sonrasında dinlediğimde. Daha sonraki okumalarım daha da güzel olacaktır.
Kitapları seçerken okumadığım ve okumayı istediğim romanları seçiyorum ve ilk kez sizinle birlikte okuyorum. Böylece seslendirmede deşifrasyon denilen çalışmayı da yapmaya çalışıyorum.
Deşifrasyon; Türkçe’nin yazıldığı gibi okunmamasının üstesinden gelmek, ortamın ses düzeyini, tonlamaları, vurguları keşfetmek ve duygunun tavrını verebilmek.
Bir sonraki roman Jules Verne’den olacak. Çok heyecanlıyım.
Umarım keyifle dinlersiniz.
Merhaba, bugünlerden geleceğe merhaba.
Çocukluğumdan bu yana bilimkurgu türünde roman okumayı severim. Aslında çocukken herkes sever galiba. Çünkü çocukken gerçeklerle sınırlandırılmamış bir hayal dünyamız vardır. Sinemada ‘absürt’ dediğimiz, edebiyatta ‘fantastik’ ya da benim sevdiğim adıyla bilimkurgu üzerine yaratılan eserler bu hayal dünyamızı zenginleştirirler.
“Sinemada fantastik tür, genellikle geçmiş tarihte yada gelecekte geçen, hayal ürününden oluşan filmlerdir”.
Bilimkurgu ise, “yakın ya da uzak gelecek ile ilgili öykülerin bugün olası olmayan bilim ve teknoloji unsurlarını da kullanarak oluşturulmasıdır. Bilimkurgu bazen geçmişi de kurgulayabilir”.
Aslında bilimkurgu Baudrillard’ın dediği gibi;
“bir büyüteçle gerçeğe yaklaşır, onu birtakım sayılarla abartarak gözümüzün içine sokar.”
Bugünlerde kendimi, böyle bir film sahnesinde, o çok merak ederek okuduğum romanın içinde ya da ünlü bir üniversitenin sosyal araştırma deneylerinde gibi hissediyorum. İşin garibi herkes ama herkes bu filmin içinde. İspanyolundan Hintlisine, en zengininden en fakirine, en akıllımızdan en yeteneklimize kadar herkes. Hiç bir ayrım olmadan. Sadece insan olarak. Sadece insan olarak, bir çağı kapatıp yeni bir çağı başlatacak bir salgının önünde bekliyoruz. Ve şaşkınız.
Şaşkınız. Çünkü bu filmleri hep seyretmiş, romanları okumuştuk. Ama hiç böyle bir senaryoda oynamamıştık.
Bu filmlerin çekilme şeklinde ya da böyle bir romanın yazılma şeklinde bizi yabancılaştırma unsuru vardı. Sadece seyirci olabilmiştik bu konulara.
Oysa ki şu an, bir yabancı gibi dışarıdan seyretmiyoruz, rol alıyoruz. Hem de kendi dünyamızın baş rolünü. Ama rolümüzü daha tam okuyamadık, nereye kadar gideceğiz bu oyunda ve nasıl devam edecek bir sonraki sahne…
Peki, normalde sürüp giden hayatımızdan ne farkı var bu filmin?
Biraz oyuncu kadrosu kalabalık, yani büyük bir prodüksiyonun içinde, geniş bir oyuncu kadrosu ile birlikteyiz ve biraz da hızlı çekim yapılıyor. Tamam da gerçekte de yaşadığımız hayat, genel anlamıyla böyle değil miydi? Sorunlarla karşılaşıyorduk, üstesinden gelmeye çalışıyorduk. Farklı farklı sorunlardı, yine de üç aşağı beş yukarı aynı değil miydi? Örneğin, parasız kaldıysak ya da hastaysak yani genel adı ile yapmak istediklerimiz için gerekenlerden yoksunsak, bekliyorduk. Şimdi beklememiz de bir yoksunluktan kaynaklanmıyor mu?
Fakat bugünde, bugünlerde, yaşadıklarımızda bizi rahatsız eden bir şey var…
Nedir?
Bu soruyu bir çok kişiye sorduğumda cevaplardan biri,
“Kendi planlarımı yapamıyorum.” oldu.
“Nasıl yani, hiç plan yapamıyor muyuz?”
“Yapıyoruz da koşullar değişti. Farklı planlar yapıyoruz.”
Bir başka kişi ise şöyle cevapladı,
“Her şey çok belirsiz.”
“Belirsizlik neyi ifade ediyor, olumlu mu, olumsuz mu?”
“Olumsuz tabi…”
Evet bu salgından önce de, bir sonraki sahneyi bilmiyorduk hayatımızda ama planlıyorduk. Planımızı uygulayamasak da aynı koşulların içinde başka bir plan yapıyorduk. Hayat bahçemizin çitleri vardı, içindeki alan belirli bir düzene sahipti ve biz onun içinde hep bir sonraki günü planlayarak huzurla yatıyor, sabah uyandığımızda bir gece önceki plana uyamasak da aynı çitlerle çevrili bahçemizin belirlenmiş düzeni içinde yeni planlarımızı yapıyorduk. Şimdi bozulan planlarımız değil, şimdi bozulan bahçe duvarlarımız oldu. Evet bizi şaşkınlığa iten bir bozulma, bir değişim. Koşullarımız değişti ve bu değişim henüz bitmedi. Salgından önceki yaşantımızda da koşullarımız değişirdi ama yavaş yavaş, neredeyse bize hiç fark ettirmeyerek. Şimdi ise koskoca duvarımız birkaç hafta içinde yıkıldı gitti.
Ancak, filmin sonu gelmedi. Sadece, bu sahnede yönetmen güzel bir teknik denedi. Sadece bu kısmı hızlandırdı. Sadece bu sahneye bir büyüteç tuttu. Ama merak etmeyin her filmin sonunda olduğu gibi insanoğlu, içindeki uyum yeteneği ile bu yeni koşullarda yaşama şeklini keşfedecek, değişecek, dönüşecek. Yeni ortamında yeni bir dengeye kavuşacak. Bu sefer bunu toplum olarak yapmayı da hızlandıracak.
Burçak Şenler SINMAZ
PCC, Profesyonel Koç.
Anılarım
Neden anların bazılarını hatırlar, bazılarını unuturuz?
Ya da neden anılarımızı, anlatmak, yazmak isteriz?
Özümüzde bir iz bıraktığı için unutulmayan ve anılmaya değer bulduğumuz olayları anlatma türüdür, anılar. Ve edebiyatta anı türü, içinde dürüstlük, samimiyet ve sorumluluk duygusunu en ön planda tutandır.
Anılarımla başladım yazmaya. Şimdi kurguluyorum öykülerimi. Ama yine en içten ve samimi duygularımla.
Yıl 1983… İzmir’de yaşayan ailemden ilk kez ayrılıp Ankara’da okumaya gittim. Ayaklarımın üzerinde daha sağlam durabilmem için başıma gelen olaylardan sadece biri. İçime işleyen parasızlık…
Daha önce yazmıştım. Şimdi yazdıklarımı okuyorum.
Birlikte Okuyalım
“Aslında her zaman ne yapman gerektiğini yüreğinde, içinde hissediyor ve çok iyi biliyorsun.
İşte o zaman yargıç devreye giriyor, düşünceler seni engelliyor.
Bir de bakıyorsun ki önündeki en büyük engel SEN olmuşsun.
Tam bir adım atacakken, tam bir karar alacakken hesap kitap başlıyor.
Zihnimizin ürettiği senaryolar yazılıyor. Yaşam böyle ıskalanıyor.
Ya da birileri geliyor ve diyor ki: “Yapamazsın!”
“Olamazsın!” “Sen beceremezsin!” Ve biz vazgeçiyoruz, sınırlarımıza çekiliyoruz.
Deneyelim…
Birlikte Okuyalım
Kendimizi Denemeliyiz!
Bir başka alan… Sesli kitap okuma hevesi!
Bu heveslerim ne zaman sakinleşecek?
Bu koşuşturmaların anlamı, enerjiyi bitirmek yerine yeniden enerji ile dolmak…
ANSIZIN….
Yeni sitem
http://www.kafanagorehayat.com/
İsteyen arkadaşlarımın yazılarını paylaşabilir, bir birliktelik yaratabiliriz.
varoluş…
Saat tam sekizdi işte. Taksi ilerlemiyor, ilerlemeyen taksinin şoförü radyoda çalan müziğe eşlik eden kafasıyla uzaklara dalmış bakıyordu. Bırakmıştım ben de içimde koşuşturan kelebeklere uyum sağlamayı.
●●●
Telefonu kapatmak için söylememiştim ki!.. “Yazmak geldi içimden” diye, hemen “kaleminle senin arana girmeyeyim öyleyse” dedi. Kalemimle aramda değil, kalemimin ucundaydı oysa. Tüm geceyi elimde kalem kağıt, gece lambamın ışığında, pencerenin önünde geçirmiş, aklımdaki her sözcüğü kağıda dökmek istemiştim. Bir sözcük yazıyordum, ikincisine geçemeyecek kadar derinlere dalıyor, yazmayı da düşünmeyi de bırakıyor, hissediyordum olanca varlığımla, olanca varlığını… Hissettiğim bugünün mutluluğu değildi.
Mutluluk…
Bir iç çekiyorum… Neyin fiziksel cevabıdır bu iç çekiş?
Sessizlik yoğunlaşmıştı. İçim de dışarısı gibi sessizdi. Yüreğim çok genişlemişti sanki, tüm duygular doldurmuştu içimi. Kafam bomboş yüreğim dopdoluyken hafiftim, hafiflemiştim. Anlamıştım boğucu olanın düşünceler olduğunu, duygunun en olumsuzuyla bile karşılaştırıldığında.
●●●
Şoför aynadan bana baktı, fark ettim. Gözlerimle gülümsedim dudaklarımı kıpırdatmaksızın. Bakışları aynada takılı kaldı.
Anlamadı.
Anlamadı gülümsediğimi…
Anlamadı neden gülümsediğimi…
Anlamadı neden kendisine gülümsediğimi.
Hayata gülümsüyordum artık.
Artık gülümseyebiliyordum hayata.
Gözlerimle, dudaklarımla, zihnimle, kalbimle…
En doğal hareketti gülümsemek.
Hafiflemenin ifadesi…
Kabul edişin…
Varoluşun…
Oluşun…
Bitmişti. Bunca koşuşturma, birbirimizi yeyip bitirme, yok sayma, hırpalama… Oysa şimdi biliyordum, gelecek nesillerde evlilik diye bir şey olmayacağını. Evlilik gibi bir ikili hayatla insanların birbirlerini, birbirlerine benzetmeye çalışmalarını kimse anlayamayacaktı gelecekte, biliyordum. Biliyordum ki soyut evrimin bir önemli adımı olacaktı, insanların bir imza, bir yüzük ile tüm bedenlerini, düşüncelerini, duygularını birbirlerine bağlayıp tutsak yaşamalarının ilkelliğini bırakmaları. Gönül severdi. Sevdikçe birlikte olunurdu. Evlilik neydi?
●●●
Araba hızlanmıştı artık.
●●●
Sabahın aydınlığı başladığında hislerime yoğunlaşmak, düşüncelerimin yargısından bağımsızlaşmamı sağlamıştı işte. Sabah doğan güneşin ışığı içime doğuyordu aynı anda. Dünya bedenime geri geliyordu. Önce kokularla… Evin alışıldık kokusuna karışan alışılmadık sabah kokusuyla. Sesler geliyor yavaş yavaş. Ben kulak kabarttıkça anlaşılır bir melodiye dönüşüyorlar.
●●●
Gelmiştik. Konser salonunun kapısında durdu taksi. Yine gözleri aynadaydı. Ayna tek iletişim kaynağımız. Aynada birbiriyle buluşan iki yabancı dünya. Parayı uzatırken ilk kez birbirimize bakıyoruz, aynanın büyüsü olmaksızın, aynı yöne bakmaksızın. Birbirimize bakmak, birini ters bakmaya zorlar diğerinin aksine.
Görkemli bir binanın önündeyim. Kendimi görkemsiz hissettirmeyecek kadar güzel. Binalar insanlar tarafından yapılır, bakış açılarından çok enerjileriyle. Bina ve ben… Sadece ikimiz varız sanki koskaca dünyada…Gülümsüyorum. İçeri açılan kapı… Biraz sonra dışarı açılıyor, içimdeki huzur artmış olarak. Diğer akşamlardan başka çaldım bu akşam…bu akşamı. Elbisemi değiştirmeden, makyajımı silmeden çıktım. Olması gerekenleri, olması gerektiği için değil istediğim için yaptığımda, ben benim!
Gülümsüyorum…
●●●
Onsuz ev, farklı. İyi, kötü, güzel, çirkin değil; farklı! Zorlamaksızın, zamana ya da mekana ait olmaksızın sadece var olmak. Onlu ya da onsuz olmayı ben seçmedim. Var olmayı seçtim ben.
●●●
Yürüdüm biraz, ağır ağır, olmayan esintiyi hissederek.
Yok etmek illaki öldürmektir. Bir yaşamı yok etmek, bir hayatı. Sen kendi hayatın için başkasını yok edemezsin. Sadece bir an bile yapıyorsan bunu, unutma ki hayat anlardan ibarettir. Hayat için zaman, yer ya da başkası yoktur. Sen bir hayatı hiçe sayamazsın, değiştirerek.
Nasıl hatırlamıyordu ilk yılların heyecanının, birlikte yan yana, ileriye baktığımızdaki mutluluğu görmek olduğunu.
Göremedi.
Gösteremedim.
Birlikteliklikler yan yana ileri bakmayı getirir…
Evlilikler ise karşı karşıya baktırır ve
Ters bakanın farkındalığına kadar sürer.
Farkındalığın sonucu, oluştur…
Varoluş işte!